No.491 - Lânetli Kehânetleri de Aşacağız

-
Aa
+
a
a
a

Nâçiz yazarınız için hayatı anlamlı kılan şeylerden biri, tarihin dönüm noktalarının yaşandığının karınca kararınca hissedildiği anlarda "şimdi ve orada" olmak. Bu, bireyler için olduğu kadar, hatta ondan daha da çok, gazeteciler için anlam taşıyor olsa gerek. Britanyalı ünlü Ortadoğu muhabiri Robert Fisk'in dediği gibi, "tarihin değiştiği" anlara bir anlamda tanıklık etmek...

 

3 Aralık 2005 Cumartesi günü de böyle günlerden biriydi işte. Üstelik yalnız tarihe ilişkin değil, Amerikalı gazeteci Ross Gelbspan'in deyişiyle, "tarih ve doğa'nın kafa kafaya çarpışmak" üzere olduğu anlardan biri. On binlerce insan Kanada'nın Montreal kentinde, dondurucu soğukta, kavurucu ısınmaya giden yolun önünü bedenleriyle tıkamak için sokaklarda neşelerini hiç bozmadan yürür ve şarkılarını gür bir sesle söylerken, hem "tanıklık" etmek, hem de "sanık"ları sıkıştırmak amacını gütmekteydiler.

 

 Dünyanın ilk global iklim protestosu sırasında Montreal'den binlerce kilometre ötede pek çok başka ülke ve şehirde, mesela İstanbul, Ankara, İzmir ve başka Türkiye şehirlerindeki ahali de, ihtiyar, genç, çoluk, çocuk, aynı neş'eli öfkenin, aynı dünya vatandaşı sorumluluğunun bir parçası olarak, o gerçek dünyanın insanlarıyla yakın bir bağ içinde yürüyordu.
 Kadıköy, 3 Aralık 2005 

 

Yürüyor, davul ve düdük çalıyor, dondurma külahında eriyen dünya topunu, kum saatlerini ya da yeşil, sarı şemsiyelerini taşıyor, radyomuzdan bir arkadaşımızın hoş buluşuyla "hem eylem, hem eğlen" durumu içinde bulunuyorlardı....

 

Genel olarak gazete, televizyon ve radyoların – belki gerçekçi bulmadıkları, belki de fazla gerçekçi bulup korktukları için – pek "yüz vermedikleri", birinci sayfalarına ya da ana haber bültenlerinin gündemlerine "lâyık görmedikleri" bir olaydan bahsediyoruz burada, ama, aslında, bir değil, iki ayrı dünyadan söz etmek daha doğru olur...

 

Britanya'nın Independent gazetesi, 4 Aralık günkü başyazısında, dünyanın dört bir yanında yüz bin kişi tarafından gerçekleştirilen bu ilk küresel iklim gösterisinin ardından, meseleyi, biraz ürkütücü bir başlıkla, ama oldukça net bir biçimde koymuş: "Yıkıma Giden Yol."  "İki ayrı gezegende yaşıyoruz sanki" diyerek bu ikiliği dile getiriyor:

"Burada, yani gerçek dünyada, küresel ısınmanın dünyaya şimdiden yaptığı muazzam tahribat konusundaki kanıtlar dehşet verici bir süratle artıyor... Oysa, öteki gezegende – Montreal'de 189 milletin bir araya gelip bu belanın nasıl savuşturulabileceği konusunda bir çözüm bulmak üzere toplandığı yerde – ... krizin vahametini masaya getirmeye başlamanın yakınından geçen bir sonucu dahi kimse beklemiyor..."

 

Gazete, başyazısında, dünyaya gittikçe hâkim olmaya başlayan büyük yarılmayı, ABD yönetimi ile dünya insanları, ABD yönetimi ile Amerikan halkı arasında büyüyen ayrılığı ve asıl, belki hepimizin içinde bulunan kişilik yarılmasını, ekonomi ile ekoloji arasındaki tezadı lanetli bir dille şöyle özetliyordu: "Cumartesi günü dünyanın her yerinde eyleme katılanlar gerçekte kimin hayal dünyasında yaşadığını gösterip, liderlerinden gerçek dünyaya dönmelerini talep ettiler... Eğer bunun anlamı Bush'u kendi dünyasında yalnız bırakmaksa, öyle olsun. O'na katılmak, dünyanın felaketini getiren bir lanet..."

 

Öte yandan, bütün bu "lanetli kehanet"ler ve "felâket tellallığı" arasında şunu da –altını çizerek– söylemek gerek: Hiç de ümitsiz bir durum yok ortada. Bu senaryoların değiştirilmeyeceği, "böyle gelmiş böyle gider" anlayışı, fena halde âşinâ olduğumuz, belki de tarihte en sık rastladığımız bir olgu. Ama, kazın ayağı da öyle değil aslında.  Sömürgeci, kapitalist medeniyetin temel dayanaklarından birini oluşturan köle emeği ve köle ticareti konusunda da böyle söylenmişti. Aksi düşünülemezdi. Oysa, küçücük bir grup insanın çabasıyla, sadece o küçük grup bireylerinin ömrü içinde gerçekleşti iş; köle ticareti ilga edildi. Tabii ki kölelik başka şekillerde şimdi de devam ediyor ama bir etik problem olarak insanların para karşılığı alınıp satılmasını bitirdi. Tarihte başka örnekler de var. Bu bizim meselemiz. Seçtiğimiz politikacılar yapmıyorsa, ne yapalım. O zaman bizim yapmamız gerekiyor.

 

Bu korkunç senaryoların olmaması, daha fazla ve artarak devam etmemesi sadece bize bağlı aslında. Bütün mesele bu. Âdil ve hakkaniyetli, aynı zamanda da sağduyuya dayanan son derece ilginç "Kısma ve Birleştirme" ("Contraction and Convergence") çözümünü öneren Aubrey Meyer'ın söylediği gibi: "Olgunlaşmamız gerek, aslında hepsi bundan ibaret... Seçeneğimiz şu: çocuklarımızın ve onların çocuklarının geleceğiyle bağ kurarak, âdil bir şekilde, hayatta kalma hakkını bölüşmeye yönelik bir güdü, anlayış ve etik yaratmanın yollarını bulmak; yoksa, 'Herkes kendini kurtarsın, kadınlar ve çocuklar en son.. Bu konuda benim yapabileceğim hiçbir şey yok' demek değil.  Belki de, en azından gelecek üç dört kuşak boyunca insanlar birbirlerinin elini tutmak ve üzerinde, 'Bunu Aşacağız!' yazılı bir dayanağa tutunmak zorunda olacaklar."

 

Evet, bunu aşacağız Bu, derken petrol, otomotiv, enerji lobilerini, Bush ve şürekâsının inadını; medyanın kayıtsızlığını, kendi kaygılarımızı ve şizofrenimizi kastediyorum... Hepsini aşacağız. Yoksa, sen aşamayacağımızı mı düşünüyordun, ey okur?

 

Devamı haftaya...